Allah’a ulaştırıp O’nun rıza ve hoşnutluğunu kazandıracak olan yol ve
ameller, sadece Rasûl aleyhisselam’ın öğrettikleridir.
Onun öğretisinden başka bir
metodla ve yöntemle Allah’a yakınlaşıp, O’nun rıza ve hoşnutluğunu kazanmayı
murad eden kimsenin ameli; -ne kadar ihlasla ve iyi niyetle yapılmış olursa
olsun- bâtıldır ve kabul edilmez.
Efendimiz aleyhisselam şöyle
buyurmaktadır:
“Kim bizim bu dinimizde, aslında
ondan olmayan bir şey icad ederse, bu amel ondan reddedilir.”(60)
Hadisin diğer bir lafzı da şöyledir:
“Kim bizim uygulamamızın olmadığı
bir amel yaparsa bu amel ondan reddedilir.”(61)
Dinin çok büyük kaidelerinden biri
olan bu hadis, Nebi aleyhisselam’ın göstermediği bir amelin yapılmasının
veya onun öğrettiği bir amelin sayı, zaman ve şekil gibi öğretmediği
bir keyfiyetle kayıtlandırılmasının, sahibinden kabul edilmediği ve bâtıl olduğunu
ifade etmektedir.
Zira Rabbimiz azze ve celle bu
dini tastamam ederek kemale erdirmiştir.(62)
Efendimiz aleyhisselam da hiçbir şeyi gizlemeden dini bize
aktarmış, tebliğ ve beyan vazifesini eksiksiz olarak yerine getirmiştir.
Bizi Allah’a yaklaştıracak, O’nun rızasını kazandırıp cennete girmemize
sebep olacak ne kadar söz ve amel varsa hepsini bildirip bizi bunlara teşvik
etmiş, Allah’ı gazaplandırıp cehenneme girmemize sebep olacak ne kadar söz ve
amel varsa bizi onlardan sakındırmıştır.
Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmaktadır:
“Benden önce hiçbir peygamber yok ki, ümmeti için hayır olarak bildiği şeyleri
onlara göstermek, şer olarak bildiği şeylerden onları sakındırmak üzerine bir
sorumluluk olmasın.”(63)
“Cennete yaklaştırıp cehennemden uzaklaştıracak bir şey kalmadan hepsi
size açıklanmıştır.”(64)
Bundan sonra dinde, Nebi aleyhisselam’ın uygulamadığı veya öğretmediği
bir amelle hayır yaptığını sanan, Allah’a yaklaşıp O’nun rızasını kazanacağını
düşünen kimse, bu yaptığıyla bid’at icad etmiş olur.
Nebi aleyhisselam, çeşitli münasebetlerde yapacağı konuşmaların
öncesinde takdim ettiği hutbe-i hâce isimli giriş konuşmasında her seferinde
-tekrarla- şöyle söylemektedir.
“Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in yoludur. En şerli işler, dinde sonradan icad
edilenlerdir. Dinde sonradan icad edilen her şey bid’at, her bid’at sapıklık,
her sapıklık da cehennemdedir.”(65)
Gözleri yaşartıp kalpleri titreten
bir konuşmasından sonra, sahabîler bunu bir veda konuşması olarak algılayıp
kendisinden vasiyette bulunmasını istediklerinde şöyle söylemiştir:
“Size Allah’tan sakınmanızı, başınıza
yönetici olarak Habeşli bir köle dahi gelse işitip itaat etmenizi vasiyet
ederim. Benden sonra yaşayacak olanlarınız pek çok ihtilaf görecekler.
Üzerinize düşen vazife, benim sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerimin
sünnetine uymaktır. Bunlara azı dişlerinizle tutunurcasına sımsıkı sarılın.
Dinde sonradan icad edilen işlerden de uzak durun. Dinde sonradan icad edilen
her iş bid’at, her bid’at de sapıklıktır.”(66)
Efendimiz aleyhisselam’ın -defaatle- açık ve seçik olarak her
bid’atın sapıklık olduğunu söylemesi, bid’atlerin iyi/hasene ve kötü/seyyie
olarak iki kısma ayrıldığı iddiasının bâtıl olduğunu, itiraza mahal bırakmayacak
bir şekilde ortaya koymaktadır.
Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu
anhuma, “İnsanlar hasene/güzel bile görseler, bütün bid’atler sapıklıktır.”(67)
diyerek, iddia edilen taksimin bâtıl olduğunu, hem de bu taksimi iddia edenlerin
kullandığı hasene tabirini kullanarak ifade etmektedir.
Aynı İbn-i Ömer radıyallahu anhuma, yanında hapşurup
“Elhamdülillah vesselamu ala Rasûlillah” diyen adamın bu uygulamasına karşı çıkarak
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize böyle öğretmedi. Her
halukarda elhamdülillah demeyi öğretti.”(68) demekte, Allah’a hamdettikten
sonra, aslında salih bir amel olan Peygamber aleyhisselam’a selam
vermeyi hasene olarak görmemektedir.
Abdullah İbn-i Mesud radıyallahu anh, mescidde halkalar oluşturup
belirledikleri sayılarda zikir ve tesbihat yapan topluluğun bu uygulamasını
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun, sizler ya Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in dininden daha doğru bir din üzerindesiniz ya da sapıklık
kapısını açmaktasınız.”(69) sözleriyle reddetmekte, bid’at-ı hasene gibi
üçüncü bir ihtimali kabul etmemektedir. Aksine ilk bakışta hayır ve hasene
gibi görünen bu uygulamayı sapıklıkla itham etmektedir.
Tabiînin en büyüklerinden Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah,
fecrin doğuşundan sonra iki rekattan fazla namaz kılıp rukuyu ve secdeyi uzun
tutan bir adam görünce onu böyle yapmaktan nehyetmişti. Adam, “Ey Ebu Muhammed,
namaz kılıyorum diye Allah bana azab mı edecek?” deyince “Hayır, ancak sünnete
muhalefetten dolayı azab eder.”(70) demiş, aslında hayır ve hasene olan namaz
kılmayı, sünnete muhalif bir şekilde olmasından dolayı azab sebebi saymıştır.
Ehl-i Sünnetin meşhur dört mezheb imamlarından Malik b. Enes rahimehullah
şöyle demektedir:
“İslam’da bir bid’at çıkarıp bunu hasene olarak gören kimse, bu
hareketiyle Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i peygamberlik
vazifesine hainlik etmekle itham etmiş olur. Çünkü Allah azze ve celle “Bugün
dininizi tamamladım.” buyurmaktadır. O gün dinden olmayan bir şey bugün de
dinden olamaz.”(71)
Nebi aleyhisselam’ın öğretmediği ve uygulamadığı bir şeyle ibadet
edip Allah’a yakınlaşacağını uman veya O'nun uyguladığı bir ameli, uygulamadığı
bir şekil, adet veya zamanla kayıtlayarak uygulayan ve bunu hasene gören kişi,
lisan-ı haliyle “Aslında bu amel Allah’ın sevip razı olduğu bir ameldir. Ancak
Peygamber aleyhisselam bunu bizden gizlemiştir.” demiş olmaktadır ki,
bu, vazifesini yerine getirmediği ve dolayısıyla onun risalete hıyanet ettiği
anlamına gelmektedir.
Şerri bundan daha az olmayan ikinci ihtimale göre, böyle yapan kişi,
lisan-ı haliyle “Bu yaptığımın, Allah’ın sevip razı olduğu bir amel olduğunu
Peygamber aleyhisselam bilmiyordu, ben bildim.” demiş olmaktadır.
Üçüncü bir ihtimal yoktur.
Özetleyecek olursak, Nebi aleyhisselam’ın yapmadığı veya öğretmediği
bir şeyi yaparak bununla Allah’a yaklaşma iddiasında olan kişiye şöyle deriz:
“Bu yaptığın işin Allah’a yaklaştırıp O’nun rızasını kazandıracak bir
amel olduğunu Nebi aleyhisselam biliyor muydu?” Eğer “bilmiyordu”
derse, O'nun bilmediği bir ibadeti biliyor olduğu iddiasındadır ki, bunun
üzerine konuşulacak bir şey kalmaz.
Eğer “biliyordu” derse, “Bildiği bu hayrı bize bildirdi mi, yoksa
gizledi mi?” deriz.
“Bildirdi” derse ispat talep ederiz, “gizledi” derse işte bu, hıyanet
iddiasıdır.
----------------
----------------
(60) Buhari, Sahih, 2697; Müslim, Sahih, 1718
(61) Müslim, Sahih, 1718
(62) Maide, 3
(63) Müslim, Sahih, 1844
(64) Taberani, Kebir, 1648
(65) Ebu Davud, Sünen, 2118; Tirmizi, Sünen, 1105
(66) Ebu Davud, Sünen, 4607; Tirmizi, Sünen, 2676; İbn-i
Mace, Sünen, 42
(67) Lalekai, 126; İbn-i Batta, 205; Beyhaki, Medhal, 171
(68) Tirmizi, Sünen, 2738
(69) Darimi, 1/6869
(70) Beyhaki, Sünen, 2/466; Darimi, 1/116; Abdurrezzak, Musannef,
3/52
(71) Şatıbi, İ’tisam, 1/49
0 yorum:
Yorum Gönder
Click to see the code!
To insert emoticon you must added at least one space before the code.